Sağlık Çalışanının Hizmetten Çekilme Hakkı ve Sağlık Bakanlığı Genelgesi - Prof. Dr. Dr. h.c. Hakan HAKERİ

  22.10.2012   6136 okunma   
Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Hasta ve Çalışan Güvenliğinin Sağlanmasına Dair Yönetmelik hükümlerine dayalı olarak “Çalışan Güvenliğinin Sağlanması”konulu bir Genelge yayımladı.

Genelge’nin 6. maddesi “Hizmetten Çekilme”başlığını taşıyor. Genelge’nin bu hükmüne değinmeden önce konuya ilişkin genel hükümlere işaret etmek istiyorum.

Sağlık çalışanı, değişik sebeplerle hastayı reddedebilir. Örneğin; özel olarak çalışan hekim bakımından hastanın daha önceki muayenelerin ücretini ödememiş olması, randevulara gelmemesi veya önerilen tedaviyi uygulamaması ret sebebi olabilir1.

Buna karşılık bir hastanenin bütünüyle hastayı reddedemeyeceği yönünde de haklı kararlar vardır. Nitekim bir özel hastanenin acil servisindeki aksaklıklar ile ilgili olarak çeşitli mercilere şikâyette bulunan bir kimseye, hastane gönderdiği mektup ile “kendisinin iddiaları nedeniyle aralarında artık iyi bir hekim-hasta ilişkisinin kurulamayacağını ve bu nedenle kendisine ve yakın aile fertlerine yönelik olarak tıbbi hizmet sağlanamayacağı”nı bildirmiştir. Hastanın müracaatı üzerine mahkeme, hekim-hasta ilişkisinin hastayı yasal haklarını kullanmaktan alıkoymadığına ve hastanenin bu tür bir ret hakkı olmadığına karar vermiştir. Mahkeme kararına göre, müstakil hekimlerin hastayı ret hakkı varsa da, bir grup veya hastane bir bütün olarak hastayı reddedemez. Karara konu olayın şu özelliğine de dikkat çekmek gerekir: Hastaya en yakın diğer hastane 160 km uzaklıktadır2.

Mevzuatımız açısından değerlendirdiğimizde ise Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’ne göre “Tabip ve diş tabibi, acil yardım, resmi veya insani vazifenin ifası halleri hariç olmak üzere, mesleki veya şahsi sebeplerle hastaya bakmayı reddedebilir”. Bu hüküm kamu görevlileri açısından ret hakkını kabul etmemektedir. Bununla beraber, ben konuya farklı yaklaşılması gerektiği görüşündeyim. Örneğin; önceki muayene sırasında hekime sözlü veya fiili saldırıda bulunmuş bir hastayı tedavi etmeyi hekimin reddedebileceği görüşünü ifade ederek; bu takdirde aynı uzmanlık alanındaki bir başka hekimin hastayı tedavisinin sağlanması gerektiğine de işaret etmiştim3.

Konuya ilişkin hukuksal duruma ve görüşüme daha geniş olarak değinmek gerekirse: Hekimin mesleki özerkliğinin bir sonucu olarak, özel durumlarda hekime hastayı seçme hakkı da tanınmalıdır. Hasta Hakları Yönetmeliği ile tanınmış bulunan hekim  seçme özgürlüğü hekimler bakımından da kıyasen kabul edilmelidir. Ancak bu özgürlük acil durumlar dışında özel bir sağlık kuruluşunda çalışan hekimler açısından mutlak iken; kamu kuruluşlarında çalışan hekimler sadece acil hallerde değil, onun dışında da bir kamu görevlisi olmaları dolayısıyla hastaya bakmakla yükümlüdürler. Ancak bu yükümlülük, hekimin bazı haklı görülebilir nedenlerle hastayı ret hakkına engel değildir. Bununla beraber, bu ret hakkının kullanılabilmesi için hekim bakımından haklı görülebilecek nedenlerin bulunması ve hastaya aynı kurumda gerekli standartta tıbbi müdahalenin garanti altına alınmış olması gerekmektedir.

Öğretide, hekimin, hastanın kendisine doğru bilgi vermemesi halinde, kamu görevlisi değilse, hastayı reddedebileceği de savunulmaktadır4.

Önemle belirtmek gerekir ki, ifade ettiğim görüşler, herhangi bir açık yasal dayanağı olmayan görüşler olduğundan konuya ilişkin olarak açık bir düzenleme yapılmasında zorunluluk bulunduğunu daha önce de vurgulamıştım.

Uygulamada verilen kararların ise farklı olduğu görülmektedir. Önceki ceza kanunumuz döneminde, annesiyle tartıştığı için hasta çocuğu muayene etmeyen hekim hakkında keyfi muamele suçunu düzenleyen eski TCK 228’den mahkûmiyet hükmü verilmiştir5.

Açık düzenleme eksikliğine rağmen, idari yargının verdiği bir karar da vardır. Karara konu olayda, bir aile hekimi, devamlı sorunlar yaşadığı ve hakaretine maruz kaldığı hastasının listeden çıkarılması için sağlık müdürlüğüne başvurmuş, sağlık müdürlüğü ise bu talebi reddetmiştir. Bu karar aleyhine açılan davada, İstanbul 1. İdare Mahkemesi, “sağlık hakkı, kişinin toplumdan, devletten sağlığının korunmasını, gerektiğinde tedavi edilmesini, iyileştirilmesini isteyebilmesini, sağlıkla ilgili devlet olanaklarından yararlanmasını, yaşamını sağlıklı bir şekilde sürdürebilmesini sağlayan en temel insani hak olup, tedavi edecek olan tabiplerin de hastaların arzu, şikâyetleri gözetilerek tıbbi kurallar çerçevesinde teşhis ve tedavisini yerine getirmek zorunda olunduğu, yukarıda anılan nizamnamede belirtildiği üzere mesleki veya şahsi sebeplerle tedavinin bitirilmesinden önce hastasını bırakabileceği, ancak bu durumda hastasının sağlık açısından tehlikeye düşmemesi, hastalık haklarının korunması gerekmektedir. Dava konusu uyuşmazlıkta, aile hekimi davacı ile hastası arasında karşılıklı yaşanan diyaloglardan ve bu hususta tutulan tutanaktan, hekim-hasta arasında olması gereken güven ilişkisinin ve duygusunun zedelendiği, bu durumun sağlıklı ve düzenli bir muayeneye engel olacağı, çalışma barışı ve düzenine zarar vereceği, hastanın kendisini muayene eden hekime güveninin olmaması halinin tedavide olumsuz sonuçlar doğurup ileride telafisi imkânsız zararlara sebebiyet vereceği açık olup, bu doğrultuda davalı idarece davacının haklı kabul edilebilecek olan başvurusunun değerlendirilip ilgili hastanın mağduriyet oluşmayacak şekilde aynı aile sağlık merkezi içerisinde bir başka hekim ile değiştirilmesi mümkün iken aksi yönde tesis olunan işlemde hukuka uyarlık görülmemiştir.”şeklinde isabetli bir karar vermiştir6.

Sonuç olarak, konu gerek öğretide ve gerekse yargısal kararlarda değişik görüşlere neden olmaktadır. Bu nedenle, açık bir düzenlemenin gerekli olduğunu belirtmiştim7. Sağlık Bakanlığının belirttiğimiz genelgesi ise uygulamadaki bu sıkıntıları aşmamıza yardımcı olacaktır.

Genelge açık bir biçimde hizmetten çekilme hakkı tanımaktave buna ilişkin süreci belirlemektedir. Buna göre, hizmetten çekilmenin tek gerekçesi olabilir. O da, hizmet sunumu sırasında şiddete uğramaktır. Acil hallerde buna rağmen yine hizmetten çekilme mümkün değildir.

Hizmetten çekilme, sağlık çalışanının kendi başına verebileceği bir karar değildir. Şiddete uğrayan sağlık çalışanı, buna ilişkin talepte bulunacaktır. Talep, kurum tarafından belirlenen bir yöneticiye sözlü veya yazılı olarak bildirilecektir.

Yönetici, hizmetten çekilme talebine ilişkin bir karar verecektir. Talep uygun bulunursa, hastanın tedavi hakkı ihlal edilmeyecek ve benim daha önce de savunduğum görüşe paralel olarak hastanın sağlık hizmeti almasına ve tedavisinin devamına yönelik olarak tedbirler yönetici tarafından alınacaktır. Bunun için hastanın sağlık hizmetini alacağı yeni sağlık çalışanı belirlenecek, kurum içinde bu mümkün olmazsa, başka bir kuruma sevki sağlanacaktır.

Burada akla gelen soru, kurum içinde sağlık hizmeti almanın mümkün olmamasının ne anlama geldiğidir. Kanımca burada, aynı uzmanlığa sahip başka bir sağlık çalışanının olmaması anlaşılmalıdır. Ayrıca, diğer sağlık çalışanlarına da şiddet uygulandığı için hastaya bakacak hiç kimsenin bulunmaması da bu kapsamda değerlendirilmelidir.

Sonuç olarak, öğretide savunduğum, ancak açık bir mevzuat hükmü bulunmadığından, dayanaktan yoksun olan sağlık çalışanının tedaviyi ret hakkı bu suretle bir dayanağa kavuşturulmuştur. Uygulama süreci de Genelge’de açıklandığından isabetli bir düzenleme olmuştur. Ancak genelge yerine hiyerarşik olarak daha yüksek bir metinde düzenlenmesi daha doğru olurdu. Zira sağlık hakkı gibi temel bir hakkın sınırlanmasına yönelik yapılan bir düzenleme ile karşı karşıya bulunuyoruz.

 

1- BOUMIL/ELIAS/MOES, 16.
2- Leach v. Drummond Medical Group, Inc, 1983.
3- HAKERİ, Hakan, Tıp Hukuku, 5. Baskı, Ankara 2012, s. 431.
4-KICALIO⁄LU, 30.
5- 4.CD, 12.05.2004, 2003/7302.
6-İstanbul 1. İdare Mahkemesi, 11.04.2012, 1007/743.
7- HAKERİ, Hakan, “Hekim Hakları ve Hak Arama Yolları”, Tıp Hukuku Dergisi, C.1, S.2, s. 6.


Prof. Dr. Dr. h.c. Hakan HAKERİ, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı


Kaynak: medimagazin.com.tr