Meslek Hastalıklarından Merhaba - Prof. Dr. İbrahim Akkurt

  02.05.2015   3199 okunma   

Meslek hastalıklarının görünür kılınmasını isteyen var mı? Meslek hastalıkları görünür kılınırsa çalışma ortamlarının birer hastalık üretim merkezi olduğu gerçeği gözler önüne serilmeyecek mi?

Böyle bir başlık olur mu? Bence olur.  Derdimi anlatabilirsem bu tuhaf başlığa birçok kişinin hak vereceğini düşünüyorum. İlkyazı için böyle bir başlık sanırım bunu yapmama olanak sağlayacaktır.

Sevgili Eriş Bilaloğlu’ndan bianet için yazı yazma talebi gelmesinin üzerinden haftalar, aylar geçti.  Doğrusu rutinle ve günlü işlerle boğuşmaktan buna bugüne kadar zaman bulamadım. Bundan sonra belli aralıklarla (şimdilik ayda bir) yazmaya çalışacağım.

Sanırım bu ilk yazıda birazcık kendimden bahsederek hem yazacağım yazıların çerçevesini oluşturmaya çalışacak hem de bu büyük derdimi birazcık deşmem gerekir.

Tıp doktoru emekli bir akademisyenim. Ana uzmanlık alanım göğüs hastalıklarıdır. Bu uzmanlığı aldığımın ikinci ayında mecburi hizmet kurası torbasından çıkan görev yerime, memlekette o günlerde iki adet olan meslek hastalıkları hastanesinden birine 3 Mart 1992’de başladım.

Bu tarih oldukça önemlidir. Hem benim için hem de maalesef ülkemizin bugünde sıkça yaşadığı iş cinayetleri için önemlidir. Çünkü bu tarihte ülkemizde o güne kadarki en büyük iş cinayeti Zonguldak bölgesinde oldu; 263 can Kozlu’da göçük altında yaşama veda etti. Sanırım bu olayın etkisiyle de olsa gerek çalışma yaşamındaki risklerin mutlaka görünmesi gerektiği bilinci, bu risklerin hekimlik pratiğine yansıması gerektiği sorumluluğunu o günlerde sırtımda bir yük olarak taşıdım ve deyim yerindeyse sanırım o günlerde meslek hastalıklarına yakalandım. O alanda, o kurumda çalıştıkça çalışma yaşamındaki zor koşulları rakamlara, istatistik diline, tıbbi verilere dönüştürerek onlarca bilimsel yayın yaptım. Ülkemizde ilk defa kaynakçılardaki sağlık koşullarını irdeledim, boyacıların maruziyetlerini dökümante ettim, kuvars değirmenlerindeki silikozis risklerini, dökümcülerde, pestisit maruziyetlerinde, solventlere-çözücülere maruz kalanların sağlık etkilerini; ilk defa termik santrallerin çalışan sağlığı üzerine olan etkilerini ortaya koydum.

Meslek hastalıkları verilerinin resmi rakamlara yansımasının önündeki en büyük engeli, maluliyet-tazminat-illiyet sarmalını, sigortacılık mantığının köhnemişliğine isyan ettim.

İtiraf ediyorum, ülkemiz tarihindeki 1970’lerden itibaren yayımlanan abuk-subuk resmi meslek hastalıkları istatistiklerinin 1997-98’deki en yüksek meslek hastalığı bildirimi olan 1200’lere varan pik’inin sorumlusuyum…

Yaptığım yayınlarla tek başına o günkü koşullarda farkına vardığım çarpık sistemi değiştiremeyeceğimi gördüğümden farklı şeyler gerektiği kanaatine vardım.  Eğer kişisel akademik unvanlarımı büyütürsem bu alanı belki gelecekte değiştirebilecek koşulları da sağlayabilirim şeklinde bir düşünceye vararak ismimin önündeki harfleri değiştirmeye çabaladım.  En zorlu unvanlardan olan doçentlik unvanını bu nedenle meslek hastalıkları hastanesi çatısı altında, dışarıdan zorlu bir mücadele ile elde ettim.

Meslek hastalıkları hastanelerini birer enstitü-referans merkezine- dönüştürme gayretine girdim.

Heyhat!... Nafile, başaramadım; böyle bir oluşumu kurmaya bu unvanımın da yetmeyeceğini görerek eğitimimin devamı, yeni dimağları meslek hastalıklarıyla enfekte etme amacıyla üniversiter ortama geçmeye karar verdim. Üniversite ortamında bu alandaki çalışmalarımı hemen her seviyede kendimce yürütmenin sonucunda bir yüke daha maruz kaldım, bu alanın uzmanlığı; iş ve meslek hastalıkları uzmanlığı da sırtıma bindirildi. Bu alanı merkezde, üniversiter-enstitü seviyesinde kurumlaştıma çabalarım maalesef hala sonuçlanmış değil… Son 2-3 yıldır değişik hekimlik ve sosyal platformlarda konuyu canlı tutmaya, konunun önemini anlatmaya çalışıyorum kendimce… Ancak maalesef 23 yıldır bir arpa boyu yol aldım mı? Bilmiyorum.

İşte bianet de ayda bir meslek hastalıklarını okurlarla dertleşerek paylaşacağım.  Bu nedenle meslek hastalıklarıyla merhaba demek istedim…

28 Nisan Dünya Çalışan sağlığı-güvenliği günü / iş cinayetlerini – meslek hastalıklarını önlemek için fakındanlık oluşturma günüdür bugün…

Uluslararası Çalışma Örgütü (UÇÖ-ILO) tarafından son yıllarda tüm üye ülkelerde etkinlikler yapılması için raporlar, eğitim materyalleri hazırlanmaktadır.  

ILO tarafından bu yıl bugün için hazırlanmış eğitim setlerini incelediğimde yine hüsrana uğradım.  Oysa 2 yıl önce 2013 Nisan’ında aynı ILO meslek hastalıklarını gizli bir salgın olarak tanımladı.  Bu gizlilik örtüsünün kalkması için ciddi bir paradigma değişikliği gerektiğini vurgulamıştı. Hatta sanki konunun asli sorumlusu-yetkilisi olması gereken Dünya Sağlık Örgütünü (DSÖ-WHO)de konuya müdahil olmaya bir şekilde davet edici bir havadaydı.  O nedenle ben o gün ciddi olarak bayağı umutlanmıştım. Artık bu kördüğüm çözülecek, çalışma yaşamındaki riskler, tehlikeler görünür kılınacak, ülkemizde ve dünyada ciddi bir meslek hastalıkları bildirim ve kayıt sistemi oluşturulacak diye umutlanmıştım.  Oysa maalesef bu yılki ILO’nun eğitim materyallerini, deklarasyonunu inceleyince tam bir hayal kırıklığına uğradım.  ILO meslek hastalıkları giz’inin çözülmesi girişiminden vaz geçmiş gibi görünüyor. Çünkü bu yılki dokümanlarda bırakın DSÖ nü konunun asli muhattabı olarak kabul etmeyi sanki koskoca DSÖ konunun basit bir paydaşıymış gibi gösterilmekte şeklinde bir izlenim edindim.  Üstelik ILO bu yılki deklarasyonunda daha önce hiç yapmadığı bir şeyi de yapıyor. Çalışma yaşamındaki konuların asli unsurları olarak bilinen klasik üçlü yapının (devlet-işçi-işveren) bileşenlerine ilaveler yapıyor.  Bu üçlüye kendisini- ISG profesyonellerini ve sigorta kurumunu da dahil ederek adeta üçlü yapıyı başka bir üçlü ile sıkıca sarıp sarmalayıp meslek hastalıklarının görünmesini engelliyor, böyle bir çabanın tamamen ortadan kalkmasına zemin hazırlıyor.

Son yıllarda değişik platformlarda, en yetkili ulusal-uluslararası aktörler önünde ısrarla belirttiğim acaba meslek hastalıklarının görünmesini engelleyen dünyadaki bir numaralı sorumlu ILO, ikincisi de DSÖ’müdür? Sorumun yanıtı da maalesef giderek aşikar hale gelmektedir. Ya da bu iki kurumun arkasında olan güçler, IMF-Dünya bankası mı istemiyor böyle bir sistemi şeklindeki ardışık soruları da akla getiriyor. Gerçekten meslek hastalıklarının görünür kılınmasını engelleyen ulusal, uluslararası güçler kimlerdir, nelerdir?

Meslek hastalıklarının görünür kılınmasını isteyen var mı? Meslek hastalıkları görünür kılınırsa çalışma ortamlarının birer hastalık üretim merkezi olduğu gerçeği gözler önüne serilmeyecek mi? Bu nedeni bilinmeyen, hekimlik günlük pratiğindeki hemen tüm hastalıklarının “en büyük nedeni” olarak gösterilen  “idiopatik: nedeni bilinmeyen” giz’i ne olacak? Sağlık “sektör”ü bundan zarar görmeyecek mi? Ya sağlık dostu olarak gösterilen, bine yakın ürünle günlük yaşamımıza sokturulan nanoteknolojik ürünler ve bunları yapanların maruz kaldıkları riskler hemencecik bugün ortaya konulursa trilyon dolarlık kar maksimizasyon hırsı ne olacak? Çalışma yaşamındaki ergonomik, fiziko-kimyo-psiko-biyo-sosyal riskleri görünür kılmayı kim ister?

Vahşi kapitalist sistem bunu ister mi? Kesinlikle istemez.  İstemez çünkü daha onlarca yıl çalışma ortamlarının “gizli hastalık üretim merkezleri” olması gerekiyor, güçlü erkler bunun kararını çoktan almışlar gibi görünüyor.

İşte ILO’nun bu yılki eğitim materyallerine tek-tek bakınca, at gözlüğümü takar, görmem gerekeni görür, papağan gibi sağda-solda satarım şeklinde düşününce sorun yok…

ILO’nun böyle bir niyeti “bu yıl da” zaten bu pek görünmüyor.  Ancak olayın tümüne, hatta dipnotlarına, yıllardır söylediği söylemlerin arka planına benim gibi “meslek hastalıkları virüsüne yakalanmış” biri olarak bakınca, her bir söylemin arkasındaki kumpasın sırıttığını görür, huzursuz olursunuz.  Ne hikmetse ILO’nun nerdeyse son yıllardaki tüm dökümanlarında rakamlar, söylemler hep aynı. Öyle söylemler ki hele hele insan hakları kılıfına büründürülmüş çoğu söylemini ret etmek, altına imza atmamak mümkün değil. Bu yılki söyleminde de bunun gibi birçok ifade var.  Bunlardan biri 2008 Seoul deklarasyonuna atıfta bulunarak “sağlıklı ortamlarda çalışmanın evrensel bir insan hakkı olduğu” ve bunun için de çalışma yaşamında bir koruma kültürü oluşturmanın gerekliliği vurgulanıyor.

Verilen rakamlar da yıllardır hemen hemen aynı: dünyada 2 milyondan fazlası işle ilgili-meslek hastalıklarına bağlı olmak üzere her yıl 2.3milyon ölüm olduğu, her yıl 313 milyon iş kazası, 160 milyon meslek hastalığı olduğu ifade ediliyor.  Bir dönem merak etmiş bu rakamları irdelemiştim. Verilen rakamların tamamen bir projeksiyon, tahmin olduğu; dünya gerçeğine bu rakamların 160’da birinin bile yansımadığını görmüş, bu konudaki ilk büyük hayal kırıklığımı yaşamıştım; “sen de mi ILO?” diyerekten…

Bu ilk yazıda bu kadar serzeniş, dağınıklık sanırım yeter. Bu gün vesilesiyle emeği ile geçinmek için bir çaba içindeyken canını veren tüm emekçilerin anıları önünde eğilir; görünmezliği giderek derinleşen iş ile ilgili hastalık-meslek hastalıkları mağdurlarının bu durumun farkına varacakları, büyük resimdeki yüzde 1’in her seviyede biz yüzde 99 için değişik şekilde yürüttüğü tuzakların artık farkına varılacağımız; bunun için ciddi birliktelikleri oluşturacağımız günlerin uzak olmaması dileklerimle tekrar merhabalar…

kaynak: bianet.org/30.04.2015